Şeyleşmek Ne Demek? İnsan Olmanın Erozyonu Üzerine Psikolojik Bir Bakış
Bir psikolog olarak insan davranışlarının ardındaki görünmeyen dinamikleri anlamaya çalışırken en çok sarsıldığım kavramlardan biri “şeyleşmek” oldu. İlk bakışta felsefi ya da sosyolojik bir terim gibi görünse de, derinlemesine incelendiğinde insanın psikolojik bütünlüğüne dair çarpıcı bir uyarı taşıyor. Şeyleşmek, insanın kendi öznel deneyiminden uzaklaşarak, nesneleşmesi — bir “şey”e dönüşmesidir. Duygularını, değerlerini, hatta iradesini dışsal sistemlere devreden birey; artık kendini değil, toplumun ona biçtiği rolü yaşamaya başlar.
Bu yazıda şeyleşmeyi bilişsel, duygusal ve sosyal psikoloji merceklerinden inceleyerek, hepimizin içinde sessizce büyüyen bu yabancılaşma sürecini anlamaya çalışacağız.
Bilişsel Boyut: Algının otomatikleşmesi
Şeyleşme süreci çoğu zaman zihinsel otomatikleşmeyle başlar. Günlük yaşamın tekrarlayan döngüsünde, insan farkındalığını kaybettiğinde “düşünen bir özne” olmaktan çıkar ve sadece “tepki veren bir nesne”ye dönüşür. Bu durumu bilişsel psikoloji, otomatik işlemleme kavramıyla açıklar.
Sabah aynı saatte uyanır, aynı yoldan işe gider, aynı konuşmaları yaparız. Zihnimiz enerji tasarrufu yaparken, farkındalığımız azalır. Bu bilişsel ekonomi, yaşamı kolaylaştırdığı kadar, içsel benliğimizi silikleştirir. Artık biz eylemlerimizi seçmeyiz, sistem bizi seçer. Böylece “şeyleşme”, bir tür farkındalık yoksunluğu olarak ortaya çıkar — insan kendi düşüncelerinin değil, alışkanlıklarının ürünü olur.
Bilişsel çarpıtmalar da bu süreci besler: “Ben zaten böyleyim.”, “Kimse değişmez.” gibi genellemeler, bireyin öz-yeterlik algısını düşürür. Kendi iç kontrolünü kaybeden birey, davranışlarının yönünü dış dünyaya bırakır.
Zihinsel otomatiklik böylece insanın özgürlüğünü sessizce aşındırır.
Duygusal Boyut: Hislerin donması
Şeyleşmenin duygusal düzeydeki etkisi, en çok “hissizleşme” olarak görülür. İnsan artık sevinç, öfke, merak gibi doğal duygularını değil; toplumsal olarak kabul gören duyguları hisseder. Duyguların yerine roller geçer. “Mutlu görünmek” gerçek mutluluğun önüne geçer, “başarılı hissettirmek” yeterlidir.
Bu noktada duygusal yabancılaşma başlar. İnsan kendi duygusuna tanıklık etmediğinde, iç dünyasıyla empatisi kopar. Psikodinamik açıdan bakıldığında, kişi içsel çatışmalarını bastırır ve uyum uğruna sahte bir benlik geliştirir.
Bilinçdışı düzeyde bu, “güvenli donma”dır: Dünya tehditkâr olduğunda, hissetmemek savunma hâline gelir. Ancak bu donma uzun sürerse, birey içsel esnekliğini kaybeder. Artık yaşamı deneyimlemek yerine “idare eder”.
Duygusal şeyleşme, insanın en insani özelliği olan hissetme kapasitesini sistematik olarak köreltir.
Sosyal Boyut: İlişkilerin yüzeyselleşmesi
Sosyal psikoloji açısından şeyleşmek, kişinin toplumsal ilişkilerinde özne olmaktan çıkıp, bir “fonksiyon”a dönüşmesidir. İnsanlar artık birbirini “nasıl hissettirdiğiyle” değil, “ne işe yaradığıyla” değerlendirir.
Modern toplumda performans kültürü, bireyi ölçülebilir çıktılara indirger. Sosyal medyada etkileşim sayısı, iş yerinde verimlilik grafiği, okulda not ortalaması… İnsan, insanla değil; skorlarla ilişki kurar. Bu da nesne ilişkileri teorisinde tarif edilen “aracılı bağ” biçimini güçlendirir: Diğerleri, amaç değil araç hâline gelir.
Kültürel düzeyde şeyleşme, empati yitimine neden olur. Başkalarının acısı, ekranda bir görüntüye; sevgi, bir emojiye; yas, birkaç saatlik paylaşım süresine indirgenir. Sosyal bağların yüzeyselleşmesi, psikolojik dayanıklılığı da azaltır. Çünkü insanın kendilik algısı, ilişkisel geri bildirimlerle şekillenir. Yüzeysel ilişkiler, yüzeysel benlikler doğurur.
Şeyleşmeden kurtulmak: Yeniden özneleşmenin yolları
Şeyleşme geri dönüşü olmayan bir kader değildir. Psikolojik olarak yeniden özneleşmek mümkündür. Bunun yolu, farkındalığı ve duygusal teması yeniden inşa etmekten geçer.
- Farkındalık pratiği: Gün içinde küçük anlarda “ben şu anda ne hissediyorum?” sorusunu sormak, bilişsel otomatikliği kırar.
- Duygusal adlandırma: Duyguları bastırmak yerine onları tanımlamak; “öfkeliyim” demek bile hissizlikten çıkışın başlangıcıdır.
- İlişkisel farkındalık: Karşındakini bir araç değil, özne olarak görmek. “Bu kişi bende ne uyandırıyor?” sorusu, sosyal yüzeyselliği derinliğe dönüştürür.
- Değer temelli yaşam: Davranışları onaylanma beklentisine değil, içsel anlamlara dayandırmak.
Okuyucuya bir soru: Sen hâlâ hissediyor musun?
Bu yazının sonunda kendine şu soruyu sor: Son zamanlarda bir şeyin içinde mi yaşıyorsun, yoksa bir şey gibi mi hissediyorsun?
Şeyleşmek, dış dünyayla kurduğumuz ilişki biçiminin bir yansımasıdır; ama fark ettiğimiz anda yönünü değiştirebiliriz. Çünkü insanın en güçlü yanı, yeniden insan olma kapasitesidir.
Sonuç: Şeyleşmeye direnmek, insan kalmaktır
Şeyleşmek yalnızca toplumsal bir süreç değil; içsel bir vazgeçiştir. Zihinle, duyguyla, ilişkilerle bağ kurmayı bıraktığımız her an, biraz daha nesneleşiriz. Fakat aynı anda, fark ettiğimiz her an da insanlaşırız.
Psikolojik direnç, şeyleşmeye karşı en insani başkaldırıdır: Hissetmek, anlamak, bağ kurmak…
Çünkü en derin özgürlük, kendini yeniden özne kılabilme cesaretidir.